Tolstoy vs Dostoyevski
Edebiyat tarihinin efsane iki ismi. Birini andığımızda diğeri belirir aklımızda hemen. Belki kardeş zannedenler bile vardır. Hem de farklı, apayrı dünyaların insanlarıyken.
Rus edebiyatı bu iki dâhinin kalemi üzerinde yükselmiş, sonraki pek çok yazar yine onlardan aldıkları ilhamla kanatlanmışlardır. Her çağın birkaç öncü ismi olur. Ya çorak toprağı mümbit bir meraya çevirir ya da küller altında kalan yakutları yeniden keşfederek gün yüzüne çıkarırlar. Bu açıdan bakıldığında Dostoyevski ve Tolstoy hiç kuşku yok ki kendi çağlarının o nadide simalarından ikisidir.
Dostoyevski’de salt dehanın hercai kıvılcımlarını görürüz. Satır aralarına gizlenen keskin gözler, bizi hayatın ve insanın en saf haliyle yüzleştirir. Dolambaçlı yahut alengirli değildir yazdıkları. Doğrudan kullanır kalemini. Hedefi bellidir. Nettir. Yarattığı karakterlerini dört başı mamur bir şekilde ele alır. Ruh dünyalarında hoyrat bir süvari misali dolanır. Kavga eder; hayatla, insanla ve en çok da insanı insan olmaktan çıkaran bedbaht budalalarla. Samimidir. Gözleri bir kartal kadar keskin ve sağlam fakat ruhu kaybeden tarafta olan herkes gibi yorgun ve bitkindir. Hastadır. Yazı yaşam kaynağıdır. Ve yazmak zorundadır. Bazen tedavi olmak ve kendini anlamak, çoğu zaman da para kazanmak ve borcunu ödeyebilmek için. Dehanın kaderi hayatın acı yüzüyle cebelleşmek ve anlamsız ıstırapların mengenesinde ufalanmaktır. Dostoyevski de bir dehadır ve bu kaderin müzmin mahkumlarındandır.
![]()
![]()
Bu iki büyük beynin aralarındaki fark oldukça büyüktür. Ne var ki birini diğerine tercih etmekte her zaman zorlanırız. Açıkçası buna gerek de yoktur. Çünkü Dostoyevski de Tolstoy da yaşadıkları dönemi kendi cephelerinden olanca sadeliği ile anlatırlar. Mühim olan iki farklı renk ve sesi bir arada ve olduğu gibi kabul edebilmek.